Hristiyan İnancında Tanrı Bilgisi ( Gnosis ) |
Çeşitli Gnostik tarikatlar, Gnosis’in içeriğini farklı biçimlerde belirlerler, ancak tümü insanın doğrudan kendini keşfetmesinin tanrısal olduğunu, zira Gnosis’in “kendini bilmek, Tanrı’yı bilmektir” tanımına odaklandığını ileri sürerler. Ortodoks Hıristiyanlar için bu görüş sapkındır, zira insanın kendisi de Tanrı'ın yaratımının parçalarından biridir ve bu nedenle, doğrudan Yaratıcı ile eş tutulamaz. Gnostik kitaplardan biri olan Philip İncili’nde, Gnosis’e ulaşan kişinin “artık bir Hıristiyan değil, bir İsa olduğu” yazılıdır. Elbette bu görüş de, İsa’nın tek ve benzersiz olduğuna inanan Ortodoks Hıristiyan öğretisine karşıttır. Tüm bunlara ek olarak Gnostikler, kendini İsa ile bir tutan kişilerden bekleneceği gibi, Hıristiyan Kilisesinin piskoposların yetkesi altında örgütlenme çabasına da özellikle karşı çıkmışlardır.
Gnosis’i deneysel düzeye çıkarabilmek amacıyla Gnostik okullar, ritüel ve meditasyon benzeri bir çok pratik uygulamaları da kullanmıştır. Tinsel özgürleşmeye yalnızca insanın kendini tanıması ile varılabileceği düşüncesi, Ortodoks Hıristiyanlık için sapkın olmakla birlikte, Budizm için esastır. Budistler, insanın çektiği acıların kendi gerçek doğasını bilmemesinden kaynaklandığına inanırlar. Bu açıklama, Gnosis’in Hindistan’dan Batı’ya İ.S. I. yüzyılda Budist rahipler tarafından getirilmiş olabileceği olasılığını çağrıştırabilir, ancak bu görüşü destekleyecek hiç bir tarihsel kanıt yoktur. Bir çok ezoterik inanç sistemi, insanın öz varlığının tanrısal olduğunu vurgulamıştır. Gnostik akım, tüm dünyadaki manevi düşünce sistemleri üzerinde büyük etki yaratmıştır.
Gnosis, insanın Tanrı’yı, O’nun
gizlerini ve yaratılışın gizemlerini tanıması arzusundan doğar.
Gnostikler, önce kutsal metinler ile, mensup bulundukları dinlerin kutsal
kitapları ile işe başlarlar ve ezoterik bir anlam ya da gizli bir mesaj içerip
içermediklerini anlayabilmek için bu metinler üzerinde şifre çözercesine
çabalarlar. Gnostisizm bir tür “Hermetizm”dir ve Gnostikler,
dinsel anlatım ve yazıların, ilk bakışta görüldüğünden daha
derinlerde, tümcelerin, sözcüklerin ve metin yapısının içine gizlenmiş
anlamlar içerdiklerine inanırlar.
Gnostikler, “kökleri” ve
“gizleri” ele geçirebilmek için maddenin özüne ulaşmayı
hedeflerler. Bu onların kötülük ile yüz yüze gelmelerini sağlar.
Gnostikler, kendilerinde ve dünyada rastladıkları kötülük ile mücadele
ederler. Kendini tanımak yolundaki yanılgıların giderilmesi, evreni tanımaktaki
yanılgıların silinmesine de yol açar. Yobaz ya da sofu değillerdir;
onlar, görünmez olsa bile, her zaman varolan ışığı aramaktadırlar.
Kendilerini Tanrı ile eşdeğer tuttukları ileri sürülürse de, bu doğru
değildir; Gnostikler yalnızca kendi içlerinde bulunduğuna inandıkları
tanrısallığı aramaktadırlar. İnsanoğlunun kendini gerçekleştirmek adına,
Tanrı’nın zaferine destek olması gerektiğini öne sürerler. Tanrı’nın
gizemini aydınlatmanın değil, kendilerini aydınlatmanın çarelerini
ararlar. Bu aydınlanma yalnızca entellektüel düzeyde kalmayıp, aynı
zamanda aydınlanarak kutsallaşan kişinin bedenine de odaklanmıştır.
Bir tür gizemci varoluşçuluk
olarak, Gnostizm özgürlüğün anasıdır ve yaratıcı tanrısallığın
destekçisi olduğunu açıkça ortaya koyar. İnsan, kötülükten kurtulmak
uğruna, yanılgılarının üstesinden gelmelidir. Özetle insanoğlu kendi
varlığının, kendi gururunun ve sürekliliğinin sorumlusu olsa da, kötülüğün
kaynağı değildir. Gnostizm, Hermetizmin felsefi temelini oluşturur;
Evrenin gizlerinin ardındaki arayışın bir parçasıdır; mitlerle zenginleşmiş,
simgeler sayesinde gelişmiştir; Sevgi ve umutsuzluk arasında bir sarkaç
gibi gidip gelmektedir. Gnostik kendinin “Tanrı’nın oğlu”
olmasını arzular; oysa simyacı “kendi yapıtının oğlu” olmayı
istemekte ve herşeyi kendine sahiplenmektedir. İnisiyasyon, varoluşun
bireysel bir biçimidir ve Gnostizm, inisiyasyonun kollektif olarak ortaya
konuluşudur zira Gnostik, gizemci inananlar topluluğunun bir alt grubuna üyedir.
Genellikle Gnostizm’in kökeninin,
Yahudiliğin bazı etkilerini taşıyan bir tür Pagan’lık olduğuna inanılır.
Gnostizm, önce Babil’de ortaya çıkmış, oradan Küçük Asya ve
Suriye’ye yayılmıştır. İlk Gnostik kitapların İsa’dan hemen önceki
yıllarda yazılmış olduğu sanılmaktadır. Bu durum, bazı uzmanların Hıristiyanlığı
Gnostizmin bir kolu olarak değerlendirmelerine yol açmıştır. Bu kişiler
İsa’nın bir “Essene” olduğunu, Esseneler’in de Gnostik
olduklarını ileri sürerler. Onlara göre, İncil dünyanın yaratılışını
ve gelecek olan kıyameti anlatan şifreli bir metindir. “Maniciler”
gibi Gnostikler de iyi ve kötünün sürekli bir çekişme içinde olduğuna
ve “Adalet Egemeni” figürünün tıpkı İsa gibi, yanılsamalı
bir bedende yaşayan bir ruh olduğuna inanırlar. İnsanın özdeksel ve
tinsel tarihini yansıtan Gnostizm, diğer tüm dinsel inançlarla aynı eski
kökenleri paylaşmaktadır.
Gnosis’in aranışının başlangıcında
adaylar, müthiş bir umutsuzluk duygusu ve aynı zamanda güçlü bir sevgi
patlaması içine çekilirler. Gnostizmde inisiyasyon, iyiliğe yönelmek değil,
varolan kötülüğün iyiliğe dönüştürülmesini, koyu umutsuzluktan
dayanışmaya geçişi işlemektedir.
Gnostikler, politikacılarla dünyevi
iktidarı paylaşmaya da karşı çıkarlar, böyle bir uzlaşmayı da bir tür
kötülük olarak değerlendirilerdi.
Gerçeğin düşler de varolduğuna,
bilinmezlerin mitler tarafından aktarıldığına inanırlardı. Bu düşünce
tarzı sonucunda, gizemcinin kendini tanıyabilmesi karşısındaki engeller
Şeytan’ın ta kendisi olarak görülürdü. Meryem gizemcinin eldeğmemişliğini,
Havva dişiliğini ve çarmıha gerilme ise sadomazoşizmini
simgelemekteydi. Ruh cenneten düşmüş ve madde içinda tutsak kalmıştır;
Gnostikler, böylece maddeyi de bir ölçüde kutsallaştırıp, görünen
evreni görünmeyen evrene bağımlı olarak algılamışlardı. Gnostiklerin
gerçeği arayışı, ruhun düşüşünün sorumluluğunu üstlenmek ve
kurtuluşunu hazırlamaktı.
Son yüzyılda Gnostiklere ait bir çok
elyazması bulunmuştur; bunlar arasında özellikle Kumran’da bulunan “Ölü
Deniz Yazıtları” ve Mısır’da Nag Hammadi’de bulunan “Gnostik
İnciller” önemlidir. Bazı araştırmacılar Tampliye Şövalyeleri'nin
de kimi elyazmalarını Kudüs’te bulduklarını ve bunları kendileri için
sakladıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu araştırmacılar, çağdaş
Masonluğu da gnostik olarak nitelendirirler ancak böyle bir nitelendirmenin
nedeni pek açık değildir.Günümüzde “Gnostik” sözcüğü (Yunanca’da “tinsel ya da tanrısal Bilgi” anlamına gelen “Gnosis” sözcüğünden türemiştir), Hıristiyan Kilisesi tarafından eskiden sapkın olarak değerlendirilen ve diğer dinsel akımların etkisini taşıdıkları ileri sürülerek Hıristiyan inancına aykırı bulunan belgeler için kullanılmaktadır. Bu yargı pek doğru sayılamaz zira Hıristiyan Gnostik belgeleri, İran ve Hindistan kökenli gnostik yaklaşımları da içerdiği gibi geleneksel Yahudi kaynaklarının da etkisini taşımaktadır. Kimi belgeler ise doğrudan İsa’ya atfedilen felsefi mesajlardan oluşmaktadır. Gnostikler için, kendini tanımak, doğayı sevmek ve doğal bilimlere saygı duymak Tanrı’ya giden doğru yolu oluştururdu. Bu nedenle Hıristiyan Gnostikler, İsa’yı bir tanrı olarak değil, Tanrı’ya ulaşan yolu gösteren bir insan olarak kabul ederlerdi.
“Gnostik İnciller”, Hıristiyanların
kutsal kitabı olan “Yeni Ahit” ile yaklaşık aynı dönemde yazılmışlardır.
Ancak çağdaş kamuoyu Nag Hammadi’de bulunan elli iki papirüsün çevrimi
ve basımı sonucunda bunları son yıllarda tanımak fırsatını bulabilmiştir.
Bu elyazmalarının çoğu İ.S. 350-400 yıllarından kalmadır ancak aslında
bu papirüslerin üçyüz yıl önce yazılanların kopyaları oldukları
ortaya çıkarılmıştır.
Bu elyazmalarının arasında en
eskisi olduğu sanılan ve Zürih’teki “YoungVakfı”ndan Profesör
Quispel tarafından satın alınan “Thomas’ın İncili” de
vardır. Diğerleri Kahire’deki “Kıpti Müzesi”nin malıdır.
Nag Hammadi yazmalarının yaklaşık
1.600 yıl önce gelişmekte olan Katolik Kilisesi’nin sapkın olarak gördüğü
Gnostikler üzerinde yaptığı baskılar sonucunda, toprağa gömüldükleri
sanılmaktadır. O dönemde, Hıristiyanlığın en büyük rakibi Gnostikler
idi. Kilise kendini koruyabilmek amacıyla bu sapkın akımı yasaklamış ve
Gnostik metinleri yok etmiştir.
Gnostikler ile Ortodoks Hıristiyanlar,
İsa’nın “Diriliş”ini (Resurrection) iki farklı ve karşıt
biçimde yorumlarlar. “Philip’in İncili”ne göre Gnostikler,
insanın varoluşunu aslında ruhun tutsaklığı biçiminde görürler ve
dirilişi ise gerçeği açıklayan bir aydınlanma anı olarak değerlendirirler.
Böyle bir diriliş kavramı, Masonluğun üçüncü derecesindeki törene
oldukça benzemektedir.
Ortodoks görüşe göre ise Diriliş,
Havariler’in tanık oldukları biçimde, İsa’nın bedeninin göğe
yükselmesi ile tamamlanmıştır. Bunun sonucu olarak Kilise’nin önderliği
Havariler’e ve onların izleyicilerine verilen bir ayrıcalık olmalıdır.
Günümüzde bile, Papa’nın yetkisi Havariler’in önderi olan Aziz Petrus’tan kaynaklanmaktadır. İsa’nın dirilişini bir gerçek
olarak kabul etmekle Kilise, dinsel yetkeyi kendinde tutma hakkını bulmaktadır,
zira daha sonradan bir başka kişi İsa’ya doğrudan ulaşma ayrıcalığına
sahip olamayacak ve benzer bir iktidarı eline geçiremeyecektir.
Gnostikler, diriliş hakkındaki bu Hıristiyan
yaklaşımını “Çılgınların İmanı” olarak adlandırırlar,
zira böylesi bir bedensel dirilişe inananlar, tinsel bir gerçek ile
fiziksel bir olayı birbirine karıştırmaktadırlar. Gnostikler, kendilerine
özgü ayrı bir Havari geleneğine sahip olduklarını ileri sürerek
Kilise’nin iktidarına ve otoritesine karşı çıkarlar.
Hıristiyan Gnostikler arasında İsa’nın
dirilişini, tıpkı Masonluktaki üçüncü derece ritüelinde olduğu gibi,
yalnızca tinsel bir yeniden doğuş olarak değerlendirenler de vardır.
Bunun dışında, Masonluk ile Gnostikler arasında doğrudan bağlantının
bir çok farklı örneğinin bulunduğu ileri sürülmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Bize Desteğinizi Yorum Yazarak İletebilirsiniz