Modern Hayatta Kadının Kimlik Arayışı

5 Ağustos 2013 Pazartesi | yorum

Modern Hayatta Kadının Kimlik Arayışı 
Tüketicilik, sosyal statü, daha fazla refah gibi yeni bir takım eğilimlerle öne çıkan modern hayatta kadının başlıca sorunları, toplumsal roller, ekonomik bağımsızlık ve cinsellik noktasında yoğunlaşmaktadır.

a) Rol Karmaşası: Toplumun kadın kavramına yüklediği geleneksel anlam çerçevesinde kadın, yaşadığı aile ortamında bir yandan eşinin bütün ihtiyaçlarına, istek ve arzularına cevap vermek suretiyle "iyi bir eş" olmak zorunda iken, diğer yandan da çocuklarının giyim-kuşam, beslenme ve eğitim ile ilgili üzerine düşeni yerine getirmek, çocuklarına âzamî sevgi, ilgi ve şefkat göstermek suretiyle "iyi bir anne" olmak durumundadır.

İyi bir eş ve iyi bir anne olmak zorunluluğu yanında modern kadın, bir taraftan evine çeki-düzen veren, temizliğini ve ihtiyaçlarını karşılayan "iyi bir ev hanımı" olmalıyken, diğer taraftan da eğer çalışıyorsa, işini aksatmadan özenle, gayret ve istekle yürüten "iyi bir üretici" olma sorumluluğunu taşımaktadır.

Bütün bunlardan arta kalan vakit diliminde ise –zaman kalıyorsa- kendi ihtiyaçlarına bakacak, kendisiyle ilgilenecektir.

Sonuç itibariyle çağdaş modem kadın, üstlenmiş olduğu ya da kendisine biçilen roller noktasında önemli sorunlarla karşı karşıyadır ve bu sorunlar çoğu kadında kimlik bunalımına yol açabilecek güçlü bir rol karmaşasını gündeme getirmektedir.(4)

b) Ekonomik Bağımsızlık Sorunu: Geçmiş toplumlarda çağın kadını hemen bütün diğer alanlarda olduğu gibi ekonomik alanda da erkeğe bağımlı bir hayat sürdürmek zorunda bırakılmıştı. Günümüz modern kadını, geçmiştekinin aksine parasal bağımlılıktan büyük ölçüde kurtulmuş olmasına karşılık yeni bir bağımlılık karmaşasına düşmüş durumdadır: Özellikle sanayi devriminden(5) sonra modern kadın ekonomik bağımsızlık arzusunun etkisiyle paranın, lüksün, modanın, kısaca tüketiciliğin esareti altına girmiştir.

Sözü edilen yeni bağımlılığın iki sorumlusundan birisi, materyalist-kapitalist anlayışın şekillendirdiği toplum ve kültürdür. Ancak, diğer ve belki de asıl sorumlu, modern kadının bizzat kendisidir. Çünkü insan olarak modern kadın, tercihini hayatî ihtiyaçları doğrultusunda değil, daha çok geçici arzular doğrultusunda kullanmıştır. Tabiatıyla böyle bir tercih onu, kim olduğu, ne olmak istediği ve ne olması gerektiği konusunda kimlik çatışmasına sürüklemiştir.

Ekonomik bağımsızlık kazanan pek çok kadın, hem evde hem de işyerinde; daha genel bir ifadeyle yaşadığı sosyal çevrede, önceden karşılaşmadığı birçok problemle yüz yüze gelmektedir.(6) Daha fazla özgürlük, daha fazla tüketebilmek ya da lüks yaşamak adına evinden koparılan kadın, materyalist anlayışın şekillendirdiği modernitenin acımasız çarkları arasında ezilmeye; asaletini, onurunu; anneliğini ve kendine has daha pek çok kişilik özelliklerini kaybetmeye mahkum edilmiştir. Bununla beraber, kadının içine düştüğü ve asla hak etmediği mevcut durumdan bizzat kendisinin de en az toplum kadar sorumlu olduğunu burada tekrar ifade etmek durumundayız.

Netice olarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Günümüz kadını bağımsızlığını büyük ölçüde kazanmasına rağmen, daha fazla konfor, para, moda, şöhret vb. gibi modern bağımlılıklar geliştirmekten kendini kurtaramamıştır. Bu süreçte kitle-iletişim araçlarının; dolayısıyla reklamların çok önemli etkileri olmuştur.

Değişiklik ihtiyacı ve doyumsuzluk duygusu insanlarda -şiddeti kişiden kişiye değişse de- en güçlü eğilimler arasında yer alır. Bu tür eğilimler, çoğu zaman kitle-iletişim araçlarında bütün cazibesiyle sunulan eşyaların pazarlanmasında çeşitli yöntemlerle suiistimal edilirler.(7) Reklamların muhtevası, büyük ölçüde özentiye ve tüketiciliğe dayanır. Örneğin, film ve dizilerde aktörlerin parayı nasıl kazandıkları değil, nasıl harcadıkları ve nasıl eğlendikleri üzerinde durulur.(8) Bütün bunlar, ekonomik gücü çağrıştırır. Tabiatıyla böyle bir ekonomik statüye ulaşma arzusu, çoğu kadını evin dışında çalışmaya iter. Ancak, böyle bir tercih, çalışan kadın için birçok sorunu beraberinde getirir.

Çalışan kadınların karşılaştıkları problemlerle ilgili yapılan araştırmaların sonuçlarına burada kısaca değinmek yerinde olacaktır.



1) Evinin Dışında Çalışan Kadınların Karşılaştıkları Genel Sorunlar:

- Çalıştığı işin zorlayıcı şartları altında stres ve bunalıma düşmesi,

- Sorumlulukların üstesinden gelememe korku ve endişe nedeniyle ruhsal yapıda aşırı yüklemelerin oluşması,

- Psikolojik alanda ortaya çıkan psikojenik komplikasyonların etkisiyle bedensel yapıda güç ve direnç kaybı;

- Sosyal ilişkilerde gerileme ve kopma.



2) Aile-içi ilişkilerde ortaya çıkan muhtemel aksaklıklar:

- Eşine yeterince vakit ayıramama, ilgi ve sevgi kaybı.

- Aile-içi sorumluluklarda zayıflama ve ters tepki.

-  Eş ve çocuklar ile olan ilişkilerde uyumsuzluk ve yetersizlik.

- Aile bireyleri arasında tahammülsüzlük ve ferdîleşme tehlikesi.



3)  Çalışan kadınların çocuklarında ortaya çıkan sorunlar:

- Saldırganlık, ölüm duygusu ve suçluluk duygularında artış;

- Ebeveyne yönelik aşırı bağımlılıklar;

- Ebeveynin birlikteliğini kıskanma;

- Kendine güven eksikliği ve içe dönüklük;

- Anti-sosyal davranışlar geliştirme;

- Bedensel ve ruhsal gerileme;

- Ebeveynle ilişkilerde uyumsuzluk.(9)



c) Cinsellik Sorunu ve Medya

İnsanda en etkin eğilimlerden birisi olmasının yanında cinsellik, -içeriği ve yoğunluğu şartlara göre değişmekle beraber- en fazla süreklilik arz eden aktif bir güçtür.(10) Kontrol altına alınmadığı takdirde cinsel arzu ve istekler, düşünce tutum ve davranışlarda belirleyici bir etkinliğe ulaşabilmektedir.

Çağdaş materyalist görüşün kadın anlayışında cinsellik, her şeyin önündedir ve bu maddeci görüş, cinselliği istismar noktasında her fırsatı değerlendirmeye büyük bir özen göstermektedir. Bu gerçeği ekonomik pazarda; modern sanat ve edebiyatta... kısaca hemen her alanda görmek mümkündür.

Günümüzde kadın cinselliğini en fazla sömüren araçların başında kuşkusuz kitle-iletişim araçları gelmektedir.(11) Gün geçtikçe yaygınlık kazanan kitle-iletişim araçları, ardındaki felsefenin bir yansıması olarak bedensel-ruhsal tüm insanî öğeleri cinsellikle süsleme eğilimindedirler. Aslında bu yöneliş, toplumları sarsan çok güçlü ve mutlaka tedavi edilmesi gereken büyük bir psiko-sosyal hastalığa işaret etmektedir(12) ki, hastalığın odağını "kadın" objesi teşkil etmektedir. Pek çok erdemin sembolü olarak yüceltilmesi gereken kadın, günümüzde cinselliğin sembolü ve tüketim vasıtası olarak aşağılanmaktadır. Kitle-iletişim araçlarının aracılık yaptığı bu tarz yönelişin iki temel olumsuz neticesi söz konusudur: Biri, kadının cinsiyetinden ve anneliğinden doğan zerafet ve onurunu ayaklar altına almakla asla hak etmediği bir değersizliğe mahkum edilmesidir. Diğeri ise, insanları en zayıf oldukları duygusal yanlarından yakalayarak haksızca, sadece tüketmeyi amaçlayan ve mutluluğunu tüketim çılgınlığında arayan maddeci toplumların oluşmasına yol açılmasıdır.

Ancak, burada ifadeye dökülen iki önemli neticeyi sadece kadını cinsel yönüyle ele alıp ondan azamî ölçüde istifadeyi amaçlayan materyalist anlayışa bağlamak doğru olmaz. Her dünya görüşü ve buna dayalı her kurum veya kuruluş, elbetteki amaçları doğrultusunda hareket edecektir. Bu noktada kendini sömürmeye açık tutan; daha rahat bir hayat sürme adına insanî değerlerini arka plana atan, dolayısıyla kendini pazarlama aracı olarak istifadeye sunan kadının(13) suç ve sorumluluğu hiç de küçümsenemez. Çünkü böyle bir kadın, bir yandan gerçek kimliğinden sıyrılırken, diğer yandan da cinsel sapmaların ve tüketim çılgınlığının yaygınlaşmasına dolaylı ya da dolaysız hizmet etmekle toplumsal dejenerasyona destek sağlamış olmaktadır.

Ana hatlarıyla ve sadece yüz yüze geldiği sorunlar açısından tek yönlü olarak ele aldığımız kadın konusunun sonuna gelmiş bulunmaktayız. Muhtemel çözümlere geçmeden önce önemli bir hususu zikretmekte yarar görüyoruz.

Tarihî gelişim seyri içerisinde kadın sorunları ile ilgili çizdiğimiz olumsuz tarihî tablo, geçmiş toplumların tümünde kadının kötünün sembolü veya toplumun yüzkarası olduğu anlamına asla gelmez. Tarih sahnesinde rol almış pek çok toplumda ya da herhangi bir toplumun çeşitli dönemlerinde kadınların sosyal, ekonomik ve bilimsel alanlarda sayısız başarılara imza attığı; pek çok toplumda erkeklerden çok daha güçlü bir şekilde belirleyici roller oynadıkları inkar edilemez. Aynı şekilde günümüzün toplumsal kültürel ve ekonomik hayat şartları altında kadının evine hapsedilmesi; dış dünya ile ilişkilerini kesip köşesine çekilmesi, asla çözüm değildir. Uygun şartlar çerçevesinde dilediği zaman kadın, evinin dışında çalışabilmelidir. Bu, kendisini ifade etmesi ve potansiyel güçlerini geliştirebilmesi açısından çok önemlidir. Ancak biz yazımızda, karşılaştığı genel sorunlar açısından kadın olgusuna yaklaşmaya çalıştık. Bu noktada çalıştığı iş veya meslek tarafından kadının onurunun ayaklar altına alınması, sömürülmesi ve potansiyel niteliklerinin köreltilmesi asla tasvip edilemez.

Türkiye gerçeğinden hareket edersek, kadın sorununa asıl ve köklü çözümü, kuşkusuz sosyokültürel yapı ve onu temsil eden sosyal kurumlar getirebilir. Biyolojik, ruhsal ve toplumsal bütünlüğü teminat altına almak zorunda olan devletin ve dolayısıyla hükümetlerin, kadın politikasında önemli eksiklikler ve yanlışlıklar söz konusudur. Bu nedenle çözüm noktasında en büyük sorumluluğun sahibi yönetimlerdir. Ancak günümüz şartları altında yönetim mekanizmasının müslüman Türk kadınının sorunlarına kısa sürede çözüm bulması oldukça zordur.

Bu durumda öne çıkan en önemli husus, Türk kadınının kendi sorunlarını çözmeye bizzat talip olmasıdır. Buna göre,

1) Modern kadın asil özüne yeniden dönmek; varoluşunun anlamını, amaç ve hedeflerini yeniden fakat sağlam ve genel-geçer ölçüler dahilinde ele almak zorundadır.

2) Kendisi ve çevresi ile ilgili kişisel rollerini onuruna ve toplumdaki konumuna yakışır tarzda, gerektiğinde fedakarlıktan kaçınmadan yeniden belirlemelidir.

3) Tutum ve davranışlarının hayatına neler getirdiği ve neler götürdüğü noktasında azamî dikkat etmeli, denge sağlamalıdır.

4) Bağımsızlığı, dînî-manevî ve kültürel değerlerden uzaklaşmak tarzında olmamalıdır.

5) Mutluluğunu maddiyata bağlamamalıdır. Bir başka ifade ile ne kadar mal ve mülkü olursa, o ölçüde de mutluluğa ulaşabileceği yanılgısına düşmemelidir.

6) Evinin dışında çalışamayan kadının evde kalmakla prestij ve haysiyet açısından eşinden daha aşağı olduğu şeklindeki görüşleri asla dikkate almamalı; aşağılık kompleksine düşmemelidir. Evi ve çocukları ile ilgilenen bir anne, dışarıda çalışan birinden daha düşük değerde olmadığının, duruma göre belki de daha yüksek bir değere sahip bulunduğunun bilincinde olmalıdır.

7) Hayatın zorlukları karşısında asla düş-kırıklığına uğramamalı, tüm gücüyle olgun bir mücadelenin sahibi olmalıdır.

8) Hangi iş ve meslekte olursa olsun, çalışan kadın, asıl amaç ve hedefini, aile huzurunun teminine yöneltmelidir. Bu anlamda hiçbir zaman evini, eşini ve çocuklarını ihmal etmemelidir. Çünkü yuvasında başarısız ve huzursuz olan kadının, işinde veya mesleğinde başarı ve verim kaydetmesi çok zordur.

9) Köklü ve son derece zengin bir kültürel mirasa sahip müslüman Türk kadını, dînî, ahlakî ve kültürel değerleri ile yeniden barışmalı, hayatını bu ölçüler doğrultusunda yeniden düzenlemelidir.

10) Müslüman Türk kadını, gelecek nesillerin bânisi olarak, çocuklarına bütüncü bir eğitim sağlayabilecek uygun bir formasyona sahip olma noktasında her türlü fırsattan yararlanmaya çalışmalıdır.
Yazıyı Beğendiniz mi ? :

Yorum Gönder

Bize Desteğinizi Yorum Yazarak İletebilirsiniz

Son Fırsatlar