Kesin Olmayanı Seçmek

17 Ağustos 2013 Cumartesi | yorum ( 2 )


      
Kesin Olmayanı Seçmek
         Bilimlerde sağlam ve sabit bir yapı kurma hedefiyle yola çıkan Descartes şüphe yöntemiyle "eski kanıların zeminini" sorunsallaştırmış ve bunların geçersizliğini ortaya koymuştur. Bu yıkıcı tavırla Descartes, bilimlerdeki sağlam temelin (felsefe ağacının kökü olan ve ilk ilke ve nedenleri araştıran metafiziğin, ilk felsefenin) ancak kendisinden artık şüphe edilemeyecek, açık ve seçik olarak kavranan bir Arkhimedes noktası olabileceğini düşünür ve bu Arkhimedes noktasını ise "şüphe ediyor oluşundan artık şüphe edemeyeceği " oluşu temelinde, şüphe ediminin öznesinde, "ben"de (Ego) bulur. Benin mevcudiyeti her türlü şüpheden bağımsızdır Descartes'a göre. Şüphe eden, yani düşünen şey (res cogitans) olarak "ben'im, ben varım; bu kesindir" (ego sum, ego existo; certum est). Böylece öznenin kendisine ilişkin bir kesinliği yakalamış olur Descartes. Bu kesinlik çizgisine ilk yanıt, kesinsizlik çizgisinden hareket eden Pascal'den gelmiştir. Böylece kesinliği temel alan modern özne fikrine karşı, varoluşsal kesinsizliği temele alan filozofların (Kierkegaard, Heidegger gibi filozofların) yolunu açan Pascal'dir denebilir.

İlk bakışta Pascal bir Ortaçağfilozofu gibi görünür. Onun üç düzeni birbirinden ayırması ve bu üç düzene göre çeşitli bilme yetileri ortaya koyması bir Bonaventura’nın, bir Gazali’nin mistisizminden farklı değildir. Bedenler düzeni (ordre des corps), tinler düzeni (ordre des esprits) ve sevgi düzeni (ordre de la charité) ve bunlara karşılık gelen duyular, akıl ve kalp ayrımı. Bunların aynısınıGazali’de de bulabiliriz. Tanrıyı bize sunanın akıl değil de kalp oluşu (s.134), kalbin aklın bilemeyeceği kendi nedenlerinin olduğunu söylemesi (s. 134), bütün bunlar ortaçağ mistisizminden hiç de farklı olmayan şeyler. Ayrıca Tanrı’nın hakikat, en yüksek iyi ve mutluluk kaynağı oluşu, insanın melek ile hayvan arasında oluşu, bir orta oluşu vs. de Augustinuscu geleneğe tamamen uygun.Ona göre insan ne melektir ne de hayvan, mutsuzluk meleği hayvan yapar. (S. 164) ve tanrısız insanın sefaleti (misere); tanrıyla ise insanın kutluluğu (félicité) (s. 21) sözkonusudur ki, bu düşünceler de yine Augustinuscu çizgide ele alınması gereken düşüncelerdir. Peki, Pascal’i bizim açımızdan önemli kılan nedir öyleyse? Bunun nedeni Pascal’in sonsuzluğu düşünürken her zaman işin içine hiçliği de katması,sonsuzluğu hiçlikle, insanı da sonsuzlukla bağlantılı olarak düşünmesi. İnsanın aradalığına vurgu yapması. Gerçi insanın tanrı ile hiçlik arasında olduğu düşüncesi tüm bir Kartezyen geleneğin ortak düşüncesidir. Ama Pascal'den farklı olarak hem Descartes, hem de Malebranche bunu "insanın hata yapmaya yatkın bir varlık" olduğu düşüncesini temellendirmek için ortaya koymuşlardır. İnsan arada olduğu için hata yapar ve bu onun zavallılığının nedenidir. Burada epistemolojik kesinlik çizgisinin içine aksiyolojik öğelerin sızdığını görüyoruz. Malebranche, Hakikatin Araştırılması'nda bu konuda şöyle diyor: "Yanılma insanların zavallı olmalarının nedenidir. Yeryüzünde kötülüğe yol açmış olan kötü ilke işte budur. Ruhumuzda bize acı duyuran kötülükleri doğuran ve koruyup barındıran da bu ilkedir. Sağlam ve hakiki mutluluğa ancak bundan kaçınarak ulaşabiliriz." (s.3). Ama Pascal bu epistemolojik çizginin bütünüyle ötesinde düşünmüştür insanın "aradalığı"nı. Pascal’in temel düşüncesinin “sonsuzluk içinde insan nedir?” (Qu’est-ce qu’un homme dans l’infini) ya da “doğa içinde insan nedir?” (qu’est-ce que l’homme dans la nature) sorularının oluşturduğu açıktır. Sonsuzluk ya da doğa içinde insan nedir? “Sonsuz olan bakımından bir hiç, hiçlik (néant) bakımından her şey, hiç ile her arasında bir orta (milieu)” (s.29). İnsan sonsuz olan ile hiç olanın iki uçurumu (abime) arasındadır. İnsanı belirleyen aradalığıdır.İşte insan bu mucizeler karşısında titrer. (s. 26). Bizim ruhumuz bedenin içine atılmıştır (jeter); orada sayıları, zamanı ve boyutları bulur. Yani sonluluğu. Öyleyse bütün sorun, bizim bu sonluluk içinde sonsuzluğu nasıl bulacağımız sorunudur. Daha sonra Kierkegaard’ın çok açık bir şekilde ifade ettiği gibi, bu sorun bir varoluş sorunudur. Çünkü varoluş, sonlunun sonsuz olanla kurduğu bağdır. Bu sonluluk içinde Pascal’e göre insanın durumu, uçarılık, can sıkıntısı ve tedirginlikle belirlenir (Condition de l’homme: inconstance, ennui, inquiétude). Doğamız bir hareket içinde ona göre, bütünüyle ölümde dinginliğe erişecek bir hareket (Notre nature est dans le mouvement; le repos entier est la mort). Heidegger’in diliyle konuşursak insan ölüm yönünde (Sein zum Tode) varlıktır. İnsanın doğa içindeki varlığını belirleyen şey, öyleyse onun sonluluğu, ölüm yönünde oluşu ve hiçliği yaşamasıdır. Gündelik yaşamın içinde unutmaya çalıştığımız, unutarak katlandığımız şey şudur aslında: insanın varlığının hiç oluşu ve onun aradaki varlığının ölümün "korkusu"yla belirlenmesi.

Ama insan "düşünen" varlık olarak sonsuzluğu arar; tutkuyla bu sonsuzluğu yakalamaya çalışır. Sonlu olan sonsuzlukla nasıl bağ kuracak? Burada işte kesinsizlik var. Pascal şöyle diyor: “Tanrı ya vardır ya da yoktur”. Peki biz neyi seçeceğiz? Pascal’e göre bir bahse (pari) girmeniz gerekir. “Sizin için kaybedilecek iki şey var: hakikat ve iyi. İki şey ortaya sürüyorsunuz: aklınız ve istenciniz, yani bilginiz ve mutluluğunuz. Tanrının varlığını seçmekle ne kaybedersiniz ve ne kazanırsınız? Kazanırsanız her şeyi kazanırsınız. Kaybederseniz hiçbir şey kaybetmezsiniz. Hayatın ve mutluluğun bir sonsuzluğu vardır. Nerede bir sonsuzluk varsa ve kazanmaya karşı sonsuz kayıp yoksa burada artık tereddüt etmeye gerek yoktur. Kazanç ise şüphelidir." (s. 114) Kesinsiz olanın bir seçimi. Öyleyse burada talih, rastlantı, risk öğeleri belirleyicidir. Karar verilemezlik durumunda bir karar vermek (décision), varoluşsal bir seçim yapmak (Kierkegaard'ın dediği anlamda "mutlak bir seçim yapma") ve sonrasında alınan bu karara sadık kalmak (fidelité) insanı sonsuzlukla buluşturacaktır. Bu risk durumundaki , karar verilemez ve kesin olmayan bir durumdaki karar alma ve seçimi teolojik bağlamın ötesinde düşündüğümüzde Pascal'i bir Derrida ile ya da bir Badiou ile rahatlıkla buluşturabiliriz. Bu da başka bir yazının konusunu oluşturacak ölçüde detaylı bir çalışmayı gerektirir.
Yazıyı Beğendiniz mi ? :

+ yorum + 2 yorum

29 Eylül 2013 08:03

Yanılma insanların zavallı olmalarının nedenidir. Yeryüzünde kötülüğe yol açmış olan kötü ilke işte budur. İnsanlar gerçekten de büyük bir yanılgı içinde. Neden evrende tek olalım ki?

15 Kasım 2013 02:13

Bu da bizim yolumuz seçimimiz ben'im, ben varım dışındaki her şeyi bırakmak, Maharaj'ın ya da diğerlerinin, diğer mistik ve sözde uyanmış ve aydınlanmışların dediği gibi yani sadece felsefe ya da filozoflara ait bi tanımalama değil bu mistiklerinde en derin imgesi budur, Ben kimim ; Ben benim, benim, tüm varolanım; tüm varolan benim ya da onunla birli içinde içiçelik içindeyim gibi, bu kadar, özgürlük, Kenndimde yaşıyorum ve kendimi deneyimliyorum;
Benim içinde yalnızca bu kesin gibi; ki hatta öyle-öyle;

Yorum Gönder

Bize Desteğinizi Yorum Yazarak İletebilirsiniz

Son Fırsatlar