Ben Deli Değilim..!

12 Ağustos 2013 Pazartesi | yorum ( 1 )


      
Ben Deli Değilim..!
  “Ben deli değilim, benden başka herkes deli olduğu için beni deli zannediyorlar.
İnsanın kendi olabileceği tek yer akıl hastanesidir sanırdım, yanılmışım. Delirmeye bile hakkınız yok burada. Tımarhane delirme hakkının kutsandığı mabed değil midir? Değilmiş!:banghead:
İnsan tımarhanede bile delirme hakkını elde edemiyorsa ölsün daha iyi. Ben size ve kendime rahatça dil çıkarabilmek için burada değil miyim, bunun için kapatmadınız mı beni buraya. Elektroşoklar tersini söylüyor bunun. Hastabakıcının suratını görmem elektroşoka girmeme yetiyor da artıyor bile. Şehir cereyanını boşa harcamayınız efendim.  Hayatım boyunca kendim olabileceğim bir yer aradım.
          Bu yer bazen bir insanın yüzü oldu, bazen sevdiğim bir kitapta altını çizdiğim cümle, bazen ölüler gibi haftalarca susmanın saltanatını yaşamak, bazen de denizin köpürdüyen mavi kaosunda eritmekle gözlerimi. Ama yetmedi bunlar. Sonuna kadar kendim olmak istedim, evreni kanatlamak pahasına. Sanatı denedim; otoriteye karşı çıkanların birbirlerine karşı imgelerle iktidar olma çabası. Polis olun efendim, daha saygın.
İnsanın kendi olabileceği tek yer gece kalbidir dedim sonra, insan yalnızken kendisidir diye de uzattım. Ama insanların ruhuma bu izinsiz girişleri yok mu, beni delirtiyor: ‘sevgilim beni ne kadar çok seviyorsun’lar, ‘felsefe yapma, aşka gel kendine gelirsin’ler, ‘insanları olduğu gibi kabul et, mutlu olursun’lar vb…
            İnsanları olduğu gibi kabul edersem bu savaşları, bu gizli sömürüyü, bu öldürücü şiirsizliği de kabul etmiş olmaz mıyım; bu İsa’ya hem Edip Cansever’e, hem kendime, yeni doğan çocuklara ve gökyüzüne ihanet etmek olmaz mı?
Hepimiz deliyiz, akıllı taklidi yapmayı bıraktığımız anda tımarhaneye kapatılırız. İnsanlar akıllı taklidi yapmakta ne kadar da usta tanrım. Bense beceriksizliğim bu konuda, daha doğrusu akıllı taklidi yapmaktan bıktım. Normal olmaya çalışmak deli olmaktan daha zor. Belki de bunu anladım. Bir ofiste çalışıyordum, deli gömleğimin (seçkin bir markaydı) üzerine kravat takmayı bıraktım. 

         Beni kimin delirttiğini gerçekten merak ediyorum. Babam olabilir diyorum, çocukluğumda az dövmedi beni sözcüklerle. Lise 2’de beni derste kuşumla oynarken yakalayan son Osmanlı Aysel de olabilir beni delirten. (Kaltak dediğime bakmayın, kızgınlığımdan söylüyorum, yağmurda ıslanmış bir köpek kadar aşıktım ona.) Tek tek beni kimin delirttiğini hesabını yapmak zor, kısaca beni insanlar delirtti diyebilirim. Beni insanların çıldırtmasındansa gökyüzünün çıldırtmasını isterdim, karanlık yağmurun, müziğin… Beni çıldırtma hakkını insanların elinden almalıyım.
          Önemsiz deliliklerimi saymayacağım, beni buraya kapattıran son çılgınlığımı anlatacağım.
İntihar fikri yine tanrım olmuştu, :hang:aynadaki yüzüme tükürüp silahımı aldım ve mahallemizdeki büyük çukurca camisine gittim. Girdim içeri. Caminin tavanına iki el ateş edip namazı böldüm. Haklı olarak üzerime saldıran bir dindarı bacağından vurup ‘suküneti’ sağladım. Gerginlik caminin duvarını çatlatacak kadar büyüktü. Fazla vaktinizi almayacağım dedim.
Ve Perulu şair Cesar Mendoza’nın “Acı Çekene Saygı” şiirini okumaya başladım.
Tanrı’yla aynı fikirde değilim:devil2:
İntihar edenlerin cehenneme gideceği konusunda
Kainatın yaratılışına katılmaktan bıktığımda ruhum
İntihar edeceğim ben de
Denenmemiş bir yolla
Nerdeyse bütün akıllı kalpler
İntihar edipsiktir çekmiş yeryüzüne
Ben ateist değilim, babasıymış gibi
Tanrı’ya küsen bir çocuğum
Eğer Tanrı intihar edenleri ve Nietche’yi
Cehenneme gönderirse
Cehennemde yanmayı tercih ederim ben de
Tanrı dürüstlüğü sever
Tanrı’nın hayal gücünü beğenmiyorum
Ben Tanrı olsam
Peygamberler göndermez
Direk konuşurdum insanlarla
Ben Tanrı olsam
Hitler’i iyi kalpli bir Yahudi olmakla cezalandırırdım
Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu
İçindeki kötülüğü insanlara değil
Tuvallere boşaltırdı
Ben Tanrı olsam
Devletler yok olur
Gül kokulu bireyler var olurdu sadece
Atlar çılgın zamanlar koşardı
Ben Tanrı olsam
Düşünce gücüyle herkesin
İstediği karakter olmasını sağlardım
Dünya bir şiirin
Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece
Ben Tanrı olsam intihar ederdim
İnsanlarla birlikte
Acı çekmeyi öğrenemediğim için

             Sessizlik ağır bir kaya gibi hepimizin üzerine çökmüştü. Cemaat beni linç etmek için fırsat kolluyordu, seziyordum bunu. Tabancam tek dostumdu o anda. O sırada cemaatten yaşlıca bir adam bana doğru yürümeye başladı. Dur diye bağırdım, dur, yoksa… Dinlemedi yavaş yavaş ağır çekimde yanıma kadar geldi, gözlerinde diğerlerindeki gibi öfke değil, merhamet gibi bir şey vardı. Tanımıştım, babamın arkadaşı Ahmet abiydi.
‘Dinle beni, Allah’ın kendin olduğunu anlayıncaya kadar hep acı çekeceksin’ dedi usulca. Ellerim titremeye başlamıştı, bu sözler dikenli bir çalı gibi saplanmıştı içime ama acıtmıyordu. Silahımı aldı, beni linç etmek isteyen kalabalığı ve zamanı bir el hareketiyle durdurdu.
Sonrası… Sonrası buradayım işte. O yaşlı adam Ahmet abinin sözünü hatırladığımda sakinleşir gibi, içimdeki bir sırra erer gibi oluyorum ama izin vermiyor insanlar ve anılar kendim olmamama, içimin sularına bir balık gibi dalaraktan.
            Dışarıdayken bir söz vermiştim kendime: onlar ne yaparsa ben tersini yapacağım diye. Onlar yalan mı söylüyor, ben doğruyu söyleyeceğim. Onlar boyun mu eğiyor, ben isyan edeceğim. Hem de her şeye. Onlar sanattan nefret mi ediyor, ben inadına Mozart dinleyeceğim, ölü yazarlarla dostluk kuracam, 7. Mühür’ü, Sonbahar’ı ve Seven’ı izleyeceğim. Onlar paraya mı tapıyor, ben yağmurda ıslanmaya tapacam. Onlar statünün getirdiği saygınlığa mı inanıyor, ben serseriliğe ve kaybetmişliğe sokak olacağım.
             Sonuç: insanın tanrı’ya inancının kaybetmesinden daha kötü olan bir şey varsa, o da insanlığa inancını kaybetmesidir. Siz insansanız, ben insan olmayı reddediyorum. Deli olmam güllerle birlikte açmama, zamanın dışına taşmama engel değil; tam tersine bunlara açılan kapı.
Bu arada delilerin söz söyleme özgürlüğünden bol bol yararlanıyorum. Geçen gün bağırmaya başladım: sizin sığınacak bir Allah’ınız var, benim yok. Benim sığınacak yalnızca kelimelerim var.
Deliliğini topluma kabul ettirebilene dahi derler; ben ettiremedim, tımarhanedeyim. Güldüler. Aklın fazlası cehennem dedim, güldüler. Her çocuk tanrı’nın gönderdiği bir peygamberdir. Ve unuturuz büyüyünce peygamber olduğumuzu. Gider bir öğretmen oluruz, işçi, pezevenk, mühendis, memur dedim, güldüler. Şehir cereyanına bağladılar beni. Güldüler siktir çektiler, kalbimin içinde çarpan kalplere. Çirkinleştireni her yerde, ey dünyayı kutsallaştıran çılgınlık neredesin dedim, güldüler. Öyle bir şekilde yan yana getirelim ki sözcükleri, herkesi orospu olmaktan kurtaralım dedim, güldüler.
           Zaman geçti. Artık çıplakken bir şey söyleyemiyorum insanlara, kişiliklerim birbirleriyle yaşamayı öğrendi, gidecek başka bir bedenleri olmadığını anladı en sonunda.
İlaçlarımı düzenli kullanıyorum, sigarayı azalttım. Buradan çıkmama az kaldı, doktorum Alper bey söyledi. Geçende kendi kendime Cemal dedim Cemal -ismim cemal bu arada- hayatı güzelleştiren şey tehlikeyi sevmektir. Hayatı güzelleştirmek istiyorsan dünyanın en tehlikeli şeyini sevmeyi öğrenmelisin: insanı! Buna kendini sevmekle başlayabilirsin. Hak verdim Cemal’e. Güzel konuşuyordu, inandım ona.
             Cemal’e borcumu ödeyeceğim. Yeryüzünde insanlar tarafından kanatılmamış hiçbir aşık olmayı yeniden deneyeceğim. Cemal’e borcumu ödeyeceğim. Az kaldı, bekleyin beni.”
Bu öykü, Şizofreni Dernekleri Federasyonu liderliği ve Bilim İlaç desteği ile şizofreni hastalığına dikkat çekmek ve şizofreni hastalarını topluma kazandırmak amacıyla başlatılan “Gerçekler Maskelenmesin” isimli projenin 2010 yılı öykü yarışması birincisi olan ve Çanakkale’de zabıta memurluğu yapan Süveyda Ölüdeniz tarafından kaleme alınmıştır.
Bu arada ola ki bilmek isterseniz; yazarının mahlas isim olarak kendine seçtiği ‘Süveyda’ ismi, ‘yürekteki kara leke’ demekmiş. ‘Ölüdeniz’in ise Fethiye’deki tatil yöresi olmadığının farkındasınız zaten!
             Bense; “yüreğinizi, değerini bilenlere açın korkusuzca” der ve sonlandırırım bu yazıyı. Her nerede ve kimleyseniz şu an bu yazıyı okurken… Çekinmeksizin diyebiliyorsanız ona ‘seni seviyorum’; zaten seviliyorsunuz da demek değil midir ki bu?
Varsın herkes size deli desin!

Aşağıda okuyacağınız yazı, tıbben şizofren olduğu bilinen bir kişi tarafından yazılmıştır.
['Yazı okumak bana göre değil, video'su olsa da izlesem' derseniz, yazının altına bakıyorsunuz.]

“Ben deli değilim, benden başka herkes deli olduğu için beni deli zannediyorlar.
İnsanın kendi olabileceği tek yer akıl hastanesidir sanırdım, yanılmışım. Delirmeye bile hakkınız yok burada. Tımarhane delirme hakkının kutsandığı mabed değil midir? Değilmiş!
İnsan tımarhanede bile delirme hakkını elde edemiyorsa ölsün daha iyi. Ben size ve kendime rahatça dil çıkarabilmek için burada değil miyim, bunun için kapatmadınız mı beni buraya. Elektroşoklar tersini söylüyor bunun. Hastabakıcının suratını görmem elektroşoka girmeme yetiyor da artıyor bile. Şehir cereyanını boşa harcamayınız efendim.
Hayatım boyunca kendim olabileceğim bir yer aradım.
Bu yer bazen bir insanın yüzü oldu, bazen sevdiğim bir kitapta altını çizdiğim cümle, bazen ölüler gibi haftalarca susmanın saltanatını yaşamak, bazen de denizin köpürdüyen mavi kaosunda eritmekle gözlerimi. Ama yetmedi bunlar. Sonuna kadar kendim olmak istedim, evreni kanatlamak pahasına. Sanatı denedim; otoriteye karşı çıkanların birbirlerine karşı imgelerle iktidar olma çabası. Polis olun efendim, daha saygın.
İnsanın kendi olabileceği tek yer gece kalbidir dedim sonra, insan yalnızken kendisidir diye de uzattım. Ama insanların ruhuma bu izinsiz girişleri yok mu, beni delirtiyor: ‘sevgilim beni ne kadar çok seviyorsun’lar, ‘felsefe yapma, aşka gel kendine gelirsin’ler, ‘insanları olduğu gibi kabul et, mutlu olursun’lar vb…
İnsanları olduğu gibi kabul edersem bu savaşları, bu gizli sömürüyü, bu öldürücü şiirsizliği de kabul etmiş olmaz mıyım; bu İsa’ya hem Edip Cansever’e, hem kendime, yeni doğan çocuklara ve gökyüzüne ihanet etmek olmaz mı?
Hepimiz deliyiz, akıllı taklidi yapmayı bıraktığımız anda tımarhaneye kapatılırız. İnsanlar akıllı taklidi yapmakta ne kadar da usta tanrım. Bense beceriksizliğim bu konuda, daha doğrusu akıllı taklidi yapmaktan bıktım. Normal olmaya çalışmak deli olmaktan daha zor. Belki de bunu anladım. Bir ofiste çalışıyordum, deli gömleğimin (seçkin bir markaydı) üzerine kravat takmayı bıraktım.
Beni kimin delirttiğini gerçekten merak ediyorum.
Babam olabilir diyorum, çocukluğumda az dövmedi beni sözcüklerle. Lise 2’de beni derste kuşumla oynarken yakalayan son Osmanlı Aysel de olabilir beni delirten. (Kaltak dediğime bakmayın, kızgınlığımdan söylüyorum, yağmurda ıslanmış bir köpek kadar aşıktım ona.) Tek tek beni kimin delirttiğini hesabını yapmak zor, kısaca beni insanlar delirtti diyebilirim. Beni insanların çıldırtmasındansa gökyüzünün çıldırtmasını isterdim, karanlık yağmurun, müziğin… Beni çıldırtma hakkını insanların elinden almalıyım.
Önemsiz deliliklerimi saymayacağım, beni buraya kapattıran son çılgınlığımı anlatacağım.
İntihar fikri yine tanrım olmuştu, aynadaki yüzüme tükürüp silahımı aldım ve mahallemizdeki büyük çukurca camisine gittim. Girdim içeri. Caminin tavanına iki el ateş edip namazı böldüm. Haklı olarak üzerime saldıran bir dindarı bacağından vurup ‘suküneti’ sağladım. Gerginlik caminin duvarını çatlatacak kadar büyüktü. Fazla vaktinizi almayacağım dedim.
Ve Perulu şair Cesar Mendoza’nın “Acı Çekene Saygı” şiirini okumaya başladım.
Tanrı’yla aynı fikirde değilim
İntihar edenlerin cehenneme gideceği konusunda
Kainatın yaratılışına katılmaktan bıktığımda ruhum
İntihar edeceğim ben de
Denenmemiş bir yolla

Nerdeyse bütün akıllı kalpler
İntihar edipsiktir çekmiş yeryüzüne
Ben ateist değilim, babasıymış gibi
Tanrı’ya küsen bir çocuğum

Eğer Tanrı intihar edenleri ve Nietche’yi
Cehenneme gönderirse
Cehennemde yanmayı tercih ederim ben de
Tanrı dürüstlüğü sever

Tanrı’nın hayal gücünü beğenmiyorum
Ben Tanrı olsam
Peygamberler göndermez
Direk konuşurdum insanlarla

Ben Tanrı olsam
Hitler’i iyi kalpli bir Yahudi olmakla cezalandırırdım
Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu
İçindeki kötülüğü insanlara değil
Tuvallere boşaltırdı

Ben Tanrı olsam
Devletler yok olur
Gül kokulu bireyler var olurdu sadece
Atlar çılgın zamanlar koşardı

Ben Tanrı olsam
Düşünce gücüyle herkesin
İstediği karakter olmasını sağlardım
Dünya bir şiirin
Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece

Ben Tanrı olsam intihar ederdim
İnsanlarla birlikte
Acı çekmeyi öğrenemediğim için

Sessizlik ağır bir kaya gibi hepimizin üzerine çökmüştü. Cemaat beni linç etmek için fırsat kolluyordu, seziyordum bunu. Tabancam tek dostumdu o anda. O sırada cemaatten yaşlıca bir adam bana doğru yürümeye başladı. Dur diye bağırdım, dur, yoksa… Dinlemedi yavaş yavaş ağır çekimde yanıma kadar geldi, gözlerinde diğerlerindeki gibi öfke değil, merhamet gibi bir şey vardı. Tanımıştım, babamın arkadaşı Ahmet abiydi.
‘Dinle beni, Allah’ın kendin olduğunu anlayıncaya kadar hep acı çekeceksin’ dedi usulca. Ellerim titremeye başlamıştı, bu sözler dikenli bir çalı gibi saplanmıştı içime ama acıtmıyordu. Silahımı aldı, beni linç etmek isteyen kalabalığı ve zamanı bir el hareketiyle durdurdu.
Sonrası… Sonrası buradayım işte. O yaşlı adam Ahmet abinin sözünü hatırladığımda sakinleşir gibi, içimdeki bir sırra erer gibi oluyorum ama izin vermiyor insanlar ve anılar kendim olmamama, içimin sularına bir balık gibi dalaraktan.
Dışarıdayken bir söz vermiştim kendime: onlar ne yaparsa ben tersini yapacağım diye. Onlar yalan mı söylüyor, ben doğruyu söyleyeceğim. Onlar boyun mu eğiyor, ben isyan edeceğim. Hem de her şeye. Onlar sanattan nefret mi ediyor, ben inadına Mozart dinleyeceğim, ölü yazarlarla dostluk kuracam, 7. Mühür’ü, Sonbahar’ı ve Seven’ı izleyeceğim. Onlar paraya mı tapıyor, ben yağmurda ıslanmaya tapacam. Onlar statünün getirdiği saygınlığa mı inanıyor, ben serseriliğe ve kaybetmişliğe sokak olacağım.
Sonuç: insanın tanrı’ya inancının kaybetmesinden daha kötü olan bir şey varsa, o da insanlığa inancını kaybetmesidir. Siz insansanız, ben insan olmayı reddediyorum. Deli olmam güllerle birlikte açmama, zamanın dışına taşmama engel değil; tam tersine bunlara açılan kapı.
Bu arada delilerin söz söyleme özgürlüğünden bol bol yararlanıyorum. Geçen gün bağırmaya başladım: sizin sığınacak bir Allah’ınız var, benim yok. Benim sığınacak yalnızca kelimelerim var.
Deliliğini topluma kabul ettirebilene dahi derler; ben ettiremedim, tımarhanedeyim. Güldüler. Aklın fazlası cehennem dedim, güldüler. Her çocuk tanrı’nın gönderdiği bir peygamberdir. Ve unuturuz büyüyünce peygamber olduğumuzu. Gider bir öğretmen oluruz, işçi, pezevenk, mühendis, memur dedim, güldüler. Şehir cereyanına bağladılar beni. Güldüler siktir çektiler, kalbimin içinde çarpan kalplere. Çirkinleştireni her yerde, ey dünyayı kutsallaştıran çılgınlık neredesin dedim, güldüler. Öyle bir şekilde yan yana getirelim ki sözcükleri, herkesi orospu olmaktan kurtaralım dedim, güldüler.
Zaman geçti. Artık çıplakken bir şey söyleyemiyorum insanlara, kişiliklerim birbirleriyle yaşamayı öğrendi, gidecek başka bir bedenleri olmadığını anladı en sonunda.
İlaçlarımı düzenli kullanıyorum, sigarayı azalttım. Buradan çıkmama az kaldı, doktorum Alper bey söyledi. Geçende kendi kendime Cemal dedim Cemal -ismim cemal bu arada- hayatı güzelleştiren şey tehlikeyi sevmektir. Hayatı güzelleştirmek istiyorsan dünyanın en tehlikeli şeyini sevmeyi öğrenmelisin: insanı! Buna kendini sevmekle başlayabilirsin. Hak verdim Cemal’e. Güzel konuşuyordu, inandım ona.
Cemal’e borcumu ödeyeceğim. Yeryüzünde insanlar tarafından kanatılmamış hiçbir aşık olmayı yeniden deneyeceğim. Cemal’e borcumu ödeyeceğim. Az kaldı, bekleyin beni.”
- See more at: http://www.fikiratolyesi.com/2011/02/16/benden-baska-herkes-deli-oldugu-icin-beni-deli-zannediyorlar/#sthash.szOWuTcB.dpuf
Aşağıda okuyacağınız yazı, tıbben şizofren olduğu bilinen bir kişi tarafından yazılmıştır.
['Yazı okumak bana göre değil, video'su olsa da izlesem' derseniz, yazının altına bakıyorsunuz.]

“Ben deli değilim, benden başka herkes deli olduğu için beni deli zannediyorlar.
İnsanın kendi olabileceği tek yer akıl hastanesidir sanırdım, yanılmışım. Delirmeye bile hakkınız yok burada. Tımarhane delirme hakkının kutsandığı mabed değil midir? Değilmiş!
İnsan tımarhanede bile delirme hakkını elde edemiyorsa ölsün daha iyi. Ben size ve kendime rahatça dil çıkarabilmek için burada değil miyim, bunun için kapatmadınız mı beni buraya. Elektroşoklar tersini söylüyor bunun. Hastabakıcının suratını görmem elektroşoka girmeme yetiyor da artıyor bile. Şehir cereyanını boşa harcamayınız efendim.
Hayatım boyunca kendim olabileceğim bir yer aradım.
Bu yer bazen bir insanın yüzü oldu, bazen sevdiğim bir kitapta altını çizdiğim cümle, bazen ölüler gibi haftalarca susmanın saltanatını yaşamak, bazen de denizin köpürdüyen mavi kaosunda eritmekle gözlerimi. Ama yetmedi bunlar. Sonuna kadar kendim olmak istedim, evreni kanatlamak pahasına. Sanatı denedim; otoriteye karşı çıkanların birbirlerine karşı imgelerle iktidar olma çabası. Polis olun efendim, daha saygın.
İnsanın kendi olabileceği tek yer gece kalbidir dedim sonra, insan yalnızken kendisidir diye de uzattım. Ama insanların ruhuma bu izinsiz girişleri yok mu, beni delirtiyor: ‘sevgilim beni ne kadar çok seviyorsun’lar, ‘felsefe yapma, aşka gel kendine gelirsin’ler, ‘insanları olduğu gibi kabul et, mutlu olursun’lar vb…
İnsanları olduğu gibi kabul edersem bu savaşları, bu gizli sömürüyü, bu öldürücü şiirsizliği de kabul etmiş olmaz mıyım; bu İsa’ya hem Edip Cansever’e, hem kendime, yeni doğan çocuklara ve gökyüzüne ihanet etmek olmaz mı?
Hepimiz deliyiz, akıllı taklidi yapmayı bıraktığımız anda tımarhaneye kapatılırız. İnsanlar akıllı taklidi yapmakta ne kadar da usta tanrım. Bense beceriksizliğim bu konuda, daha doğrusu akıllı taklidi yapmaktan bıktım. Normal olmaya çalışmak deli olmaktan daha zor. Belki de bunu anladım. Bir ofiste çalışıyordum, deli gömleğimin (seçkin bir markaydı) üzerine kravat takmayı bıraktım.
Beni kimin delirttiğini gerçekten merak ediyorum.
Babam olabilir diyorum, çocukluğumda az dövmedi beni sözcüklerle. Lise 2’de beni derste kuşumla oynarken yakalayan son Osmanlı Aysel de olabilir beni delirten. (Kaltak dediğime bakmayın, kızgınlığımdan söylüyorum, yağmurda ıslanmış bir köpek kadar aşıktım ona.) Tek tek beni kimin delirttiğini hesabını yapmak zor, kısaca beni insanlar delirtti diyebilirim. Beni insanların çıldırtmasındansa gökyüzünün çıldırtmasını isterdim, karanlık yağmurun, müziğin… Beni çıldırtma hakkını insanların elinden almalıyım.
Önemsiz deliliklerimi saymayacağım, beni buraya kapattıran son çılgınlığımı anlatacağım.
İntihar fikri yine tanrım olmuştu, aynadaki yüzüme tükürüp silahımı aldım ve mahallemizdeki büyük çukurca camisine gittim. Girdim içeri. Caminin tavanına iki el ateş edip namazı böldüm. Haklı olarak üzerime saldıran bir dindarı bacağından vurup ‘suküneti’ sağladım. Gerginlik caminin duvarını çatlatacak kadar büyüktü. Fazla vaktinizi almayacağım dedim.
Ve Perulu şair Cesar Mendoza’nın “Acı Çekene Saygı” şiirini okumaya başladım.
Tanrı’yla aynı fikirde değilim
İntihar edenlerin cehenneme gideceği konusunda
Kainatın yaratılışına katılmaktan bıktığımda ruhum
İntihar edeceğim ben de
Denenmemiş bir yolla

Nerdeyse bütün akıllı kalpler
İntihar edipsiktir çekmiş yeryüzüne
Ben ateist değilim, babasıymış gibi
Tanrı’ya küsen bir çocuğum

Eğer Tanrı intihar edenleri ve Nietche’yi
Cehenneme gönderirse
Cehennemde yanmayı tercih ederim ben de
Tanrı dürüstlüğü sever

Tanrı’nın hayal gücünü beğenmiyorum
Ben Tanrı olsam
Peygamberler göndermez
Direk konuşurdum insanlarla

Ben Tanrı olsam
Hitler’i iyi kalpli bir Yahudi olmakla cezalandırırdım
Yahut yetenekli bir yazar yapardım onu
İçindeki kötülüğü insanlara değil
Tuvallere boşaltırdı

Ben Tanrı olsam
Devletler yok olur
Gül kokulu bireyler var olurdu sadece
Atlar çılgın zamanlar koşardı

Ben Tanrı olsam
Düşünce gücüyle herkesin
İstediği karakter olmasını sağlardım
Dünya bir şiirin
Yaratılım sürecine dönüşürdü böylece

Ben Tanrı olsam intihar ederdim
İnsanlarla birlikte
Acı çekmeyi öğrenemediğim için

Sessizlik ağır bir kaya gibi hepimizin üzerine çökmüştü. Cemaat beni linç etmek için fırsat kolluyordu, seziyordum bunu. Tabancam tek dostumdu o anda. O sırada cemaatten yaşlıca bir adam bana doğru yürümeye başladı. Dur diye bağırdım, dur, yoksa… Dinlemedi yavaş yavaş ağır çekimde yanıma kadar geldi, gözlerinde diğerlerindeki gibi öfke değil, merhamet gibi bir şey vardı. Tanımıştım, babamın arkadaşı Ahmet abiydi.
‘Dinle beni, Allah’ın kendin olduğunu anlayıncaya kadar hep acı çekeceksin’ dedi usulca. Ellerim titremeye başlamıştı, bu sözler dikenli bir çalı gibi saplanmıştı içime ama acıtmıyordu. Silahımı aldı, beni linç etmek isteyen kalabalığı ve zamanı bir el hareketiyle durdurdu.
Sonrası… Sonrası buradayım işte. O yaşlı adam Ahmet abinin sözünü hatırladığımda sakinleşir gibi, içimdeki bir sırra erer gibi oluyorum ama izin vermiyor insanlar ve anılar kendim olmamama, içimin sularına bir balık gibi dalaraktan.
Dışarıdayken bir söz vermiştim kendime: onlar ne yaparsa ben tersini yapacağım diye. Onlar yalan mı söylüyor, ben doğruyu söyleyeceğim. Onlar boyun mu eğiyor, ben isyan edeceğim. Hem de her şeye. Onlar sanattan nefret mi ediyor, ben inadına Mozart dinleyeceğim, ölü yazarlarla dostluk kuracam, 7. Mühür’ü, Sonbahar’ı ve Seven’ı izleyeceğim. Onlar paraya mı tapıyor, ben yağmurda ıslanmaya tapacam. Onlar statünün getirdiği saygınlığa mı inanıyor, ben serseriliğe ve kaybetmişliğe sokak olacağım.
Sonuç: insanın tanrı’ya inancının kaybetmesinden daha kötü olan bir şey varsa, o da insanlığa inancını kaybetmesidir. Siz insansanız, ben insan olmayı reddediyorum. Deli olmam güllerle birlikte açmama, zamanın dışına taşmama engel değil; tam tersine bunlara açılan kapı.
Bu arada delilerin söz söyleme özgürlüğünden bol bol yararlanıyorum. Geçen gün bağırmaya başladım: sizin sığınacak bir Allah’ınız var, benim yok. Benim sığınacak yalnızca kelimelerim var.
Deliliğini topluma kabul ettirebilene dahi derler; ben ettiremedim, tımarhanedeyim. Güldüler. Aklın fazlası cehennem dedim, güldüler. Her çocuk tanrı’nın gönderdiği bir peygamberdir. Ve unuturuz büyüyünce peygamber olduğumuzu. Gider bir öğretmen oluruz, işçi, pezevenk, mühendis, memur dedim, güldüler. Şehir cereyanına bağladılar beni. Güldüler siktir çektiler, kalbimin içinde çarpan kalplere. Çirkinleştireni her yerde, ey dünyayı kutsallaştıran çılgınlık neredesin dedim, güldüler. Öyle bir şekilde yan yana getirelim ki sözcükleri, herkesi orospu olmaktan kurtaralım dedim, güldüler.
Zaman geçti. Artık çıplakken bir şey söyleyemiyorum insanlara, kişiliklerim birbirleriyle yaşamayı öğrendi, gidecek başka bir bedenleri olmadığını anladı en sonunda.
İlaçlarımı düzenli kullanıyorum, sigarayı azalttım. Buradan çıkmama az kaldı, doktorum Alper bey söyledi. Geçende kendi kendime Cemal dedim Cemal -ismim cemal bu arada- hayatı güzelleştiren şey tehlikeyi sevmektir. Hayatı güzelleştirmek istiyorsan dünyanın en tehlikeli şeyini sevmeyi öğrenmelisin: insanı! Buna kendini sevmekle başlayabilirsin. Hak verdim Cemal’e. Güzel konuşuyordu, inandım ona.
Cemal’e borcumu ödeyeceğim. Yeryüzünde insanlar tarafından kanatılmamış hiçbir aşık olmayı yeniden deneyeceğim. Cemal’e borcumu ödeyeceğim. Az kaldı, bekleyin beni.”
- See more at: http://www.fikiratolyesi.com/2011/02/16/benden-baska-herkes-deli-oldugu-icin-beni-deli-zannediyorlar/#sthash.szOWuTcB.dpuf
Yazıyı Beğendiniz mi ? :

+ yorum + 1 yorum

15 Kasım 2013 02:06

Teşekkürler, paylaşım için;
İlk kez karşılaştım bu yazımla sizin aracılığınızla, okumuş olmak sevinç verici;

Yorum Gönder

Bize Desteğinizi Yorum Yazarak İletebilirsiniz

Son Fırsatlar